21 Aralık 2024 Cumartesi

Mustafa Kemal Atatürk

34.Sayı  Zeytin ve Zeytinyağı Müzesi'nin Hikayesi

Hayatın her alanında üretimin içinde olan kadınlarımız çok başarılı girişimlere imza atıyorlar. Çevreye, topluma, çalışanlarına özenle yaklaşan bu kadınlar gelecek nesiller için de umut kaynağı oluyorlar. O hikâyelerden biri de  Gürsel Tonbul’un Kuşadası’nın Davutlar Köyü’nde kurduğu çiftlik,  zeytin ve zeytinyağı müzesi. Biz de ülkemizde organik tarımın öncülerinden olan Gürsel Tonbul’un hikâyesini kendisinden dinledik.

Merhaba Gürsel Hanım, ülkemizin ilk ekolojik üretim yapma özelliğine sahip olan çiftliğinizin yolculuğunu dinlemeden önce ilk sizi tanıyabilir miyiz?

20 Eylül 1954 Antalya doğumluyum.  Temel eğitimimi Antalya’da tamamladım. 1974 Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce bölümünden mezun oldum. Evlendikten sonra Kuşadası’na yerleşip Kuşadası Kaya Aldoğan Lisesi’nde İngilizce Öğretmenliği yaptım.  Daha sonra turizm ve otelcilik sektöründe faaliyet gösteren aile şirketimizde aktif yöneticilik görevini üstlendim.  Benim anne tarafım göçmendir. Anneannem Saraybosna’dan dedem ise Karadağ’dan gelmiş önce İzmir’e, ardından Antalya’ya yerleşmişler. Dedem, zamanının önder ziraatçılarından birisiydi. Öyle ki Bornova Araştırma Enstitüsü kurucularındandı. Baba tarafım ise Dedem Akseki yörüklerinden Orman Katibi, babaannem ise köklü bir yörük kadınıydı. Dedem Antalya’ya Narenciye Araştırma Enstitüsü kurulumu için görevlendirildiği için orada yaşamaya başlamışlar. Aynı zamanda orada kendisi narenciye bahçesi kurmuş ve hayvancılıkla uğraşmış.  Babamın memuriyeti nedeniyle sık sık yer değiştirmesi gerekiyordu. Okul değişikliği eğitimimi olumsuz etkileyeceği için de ailem beni bir süre anneannem ve dedemin yanına bıraktılar.  Bu süreçte onlardan çok şey öğrendim. Birlikte yaşadığım süreçte toprakla, tarımla ve hayvanla hep iç içeydim. Bitki & Hayvan& İnsan dostluğuna dair güzel anılar biriktirip onların öğretilerini feyz aldım.  Eşimde aynı şekilde bütün yaz tatillerini nenesi ve dedesiyle bağlarda ve bahçelerde geçirmiş.  Onlar bizim yol göstericilerimiz oldu diyebiliriz. Onların bizlere bıraktığı en büyük mirasa sahip çıkmak bizim en öncelikli vazifemizdi. Çocuklarımız dünyaya geldikten sonra işlerimizi büyütmeye başladığımızda kazandıklarımızla kendimize toprak aldık. İlk başlarda iki ineğimiz,  bir tavuğumuz, kuzularımız, köpeğimiz vardı. İşimizden arta kalan zamanlarda ailemizle bir arada olup güzel vakit geçirmek ve bir şeyler üretip kendi ürettiklerimizi tüketmek adına bu yolculuğumuzun aslında ilk adımlarını attık.

Turizmin negatif etkisi diyorum ben bu duruma, Kuşadası’nda tarım topraklarının yok pahasına satıldığı bir dönemde kazandığımız paranın bir kısmını turizme yatırıp bir kısmı ile toprak aldık. Tabi bu süreçte yaptığımız bu iş pahalı olmaya başladı. Bir tane karpuzu bir römork maliyetine yemeğe başladığınızda yaptığınız işi sorguluyorsunuz. 

Bir söyleminizde yaşamın adil sürdürülebilir olduğunu ve İnsan& Bitki & Hayvan dostluğuna en yakın alternatifin tarım modeli olduğunu belirtmişsiniz. Tarıma yönelmeye karar verdikten sonra neler yaşadınız? Aileniz, yakınlarınız nasıl karşıladı bu kararanınızı?

 

Bir turizm seyahat acentesi olarak yurtdışı seyahatlerimiz çok oluyordu. Hem anneliğim hem de iş yoğunluğumun Kuşadası’nda olmasından dolayı aile meclisi bana topraklarla ilgilenmemi önerdi.  Eğitim Enstitüsü’nde gerçekten bir öğretmen olarak yetiştirildik. Planlama, programlama, öğrenme ve öğretme yetileri oluyordu.  Psikoloji, sosyoloji, pedagoji okuduk.   Ben de bu planlama, metodoloji eğitimime güvenerek kayıt tutma, tuttuğum kayıtlardan istatistikler çıkarma ve ölçme değerlendirme bilgime güvenerek yapabilirim düşüncesiyle kurumsal çiftlik yöneticisi olarak bu yola koyuldum.  

İlk iki yıl zarar eşiklerini tespit etmekle geçti. O zamanlar hep büyüklerimizin yaptıkları gözümün önüne geldi ve onlar böyle yapmazdı diye sorguladım. Ben onlardan çok şey öğrendim.  Yanlış yaptığımızda da acaba onlar olsa nasıl yapardı? ve Biz nerede yanlış yapıyoruz? sorularını kendime sordum.

 Yurt dışı seyahatlerimden birinde tabela dikkatimi çekti. Tabelada elma ve armut içinden de birer kurt başını çıkarmış “ İçinde Ben Yaşayabiliyorsam Senin için Zararlı Değilim” sözü yazıyordu.  Ben o tabelayı fark ettikten sonra o dükkana girdim ve ekolojik tarımı keşfettim. Aslında beyninizin aradığını gözünüz yakalıyor.  İhtiyacınız olan düşünceyi olgunlaştırıyor ve siz onu ararken göz onu bir şekilde hafızasına alıyor. Sonuç olarak fikirleriniz gün yüzüne çıkıyor.

O seyahatten döndükten sonra radikal bir karar alıp arazide organik tarıma geçiş için kolları sıvadım. İşletmedeki tüm zirai kimyasallar atıldı. Büyük bir dirençle karşılaştım. Çalışanlar, aile hatta eşim dahil herkes karşı çıktı. Çünkü bir anda toprağı alt üst ediyorsunuz. Ama kararlıydım zor da olsa bunun üstesinden gelecektim.

Organik tarıma geçiş süreciniz neler yaşadınız?

O dönemde ülkemizde organik tarımın ne olduğuna dair hemen hemen hiç bir şey bilinmiyordu. Sadece yurtdışı kaynaklı 3-5 firma ülkemizde sözleşmeli tarım yaptırıyordu. Onlarda zaten kendi ülkelerinden tohum, fide besleme ya da bitki koruma ile ilgili her türlü bilgilerini temin ediyor. Üreticiyi bilgilendiriyordu. O zaman organik tarım yasası olmadığı için bir takım yönetmeliklerle yönetilmeye çalışılıyordu. 

Organik tarımda suyun tersine yüzemezsiniz. Çünkü doğa koyar kuralları. Örneğin şeftali bahçesine uygun olmayan bir araziye şeftali dikemezsiniz. Ama zamanında dikilmiş. Organik tarıma geçişle birlikte tüm bu uyumsuzluklar daha da şiddetli bir şekilde ortaya çıktı. Ekim yasağında gübreleme ve ilaçlama yapılmayınca üstüne organik tarım yönergeleri doğrultusunda toprağı işlediğinizde kayıplar verebiliyorsunuz. İlk beş yıl büyük kayıplar yaşadık. Ama bu kayıplar bize dönüşümü getirdi. Sonuç olarak Bitki& Toprak& Su ilişkisi dengelendi. Ben bu yolculuğa 1997 yılında başlamaya karar vermiştim. Ama önce kendimin neler başarabileceğini görmek istediğim için sertifikasyona müracaat etmemiştim. Organik tarıma geçişte 3 yıllık yasal bir süreç vardır. 2000 yılında organik tarım yapmak üzere bir firmaya müracaat etmiştik. Firma, organik tarıma geçiş sürecini yaşadığımızı hızlı geçiş süreci ile sertifikamızı alabileceğimizi söyledi. Öyle de oldu. 2001 yılından itibaren organik tarım sertifikamızı alarak organik tarıma başladık ve hala devam ediyoruz.

 

Çiftlik’in faaliyetlerinden bahsedebilir misiniz?

1995 yılında çiftlik işletmesiyle beraber Değirmen’i kurguladım.  Yurtdışı seyahatlerinde arkasında bir üretim olan tarım turizmi görmüş ve çok etkilenmiş ve bu işin kalbinin orda attığını düşünmüştüm.  Dolayısıyla çiftlik işletmesini organik tarım modeli ile büyütüp geliştireceksem mutlaka bunun dışa vuran bir tarafı olmalıdır düşüncesiyle değirmen işletmelerini faaliyete geçirdik.

Çiftliğimizde yetiştirdiğimiz taze meyve, sebzeye artı katma değer yaratmak için mamul ürün üretimi yapılan imalathanemizi açtık. Organik sertifikalı, üretim izinli, en önemlisi ise geleneksel üretim biçimlerinin kullanıldığı imalathanede sadece çiftliğin kadınları ile katma değerli ürünlerimizi tüketiciyle buluşturuyoruz. Organik tarımın temel felsefelerinden bir tanesi de toprağın bize verdiği yenilenebilir hiçbir parçasının çöp olmadığıdır. Örneğin domates. Sadece domates olarak satmaya çalıştığınızı düşünün.  En olgun ve lezzetli domatesler kasa ile pazara gidemediği için zaiyata gidiyor. Hâlbuki lezzetin doruğunda bir domates kıpkırmızı, yumuşamamış, lezzetli ama sadece şekli bozuk olduğu için ya da yumuşadığı için bunu kasaya koyup pazara gönderemiyorsunuz.   Biz ilk salça yaparak başladığımız domates maceramıza bugün neredeyse 30 çeşit olan domates ürünü ekledik. Şuanda Yerlim Markası adı altında 300’ün üzerinde katma değeri olan çeşitli ürünümüz mevcut.

Ziyaretçilerini büyüleyen ve tarihe yolculuk yaptıran  “Oleatrium Zeytin ve Zeytinyağı Müzesi” ‘nden bahsedebilir misiniz? Müze fikri nasıl oluştu?

Müzenin fikir babası eşim Hasan Tonbul’du. Kendisi müthiş derecede zeytin sevdalısıdır. Eğitim Enstitüsü’nü bitirdikten sonra aynı zamanda ulusal rehberlik kurslarına devam etti. Ulusal Rehberlik Kokartı alarak acentasını kurdu ve turizm sektörüne girdi. Anadolu’yu karış karış gezdi. Gezi sırasında Anadolu’daki zeytin ve zeytinyağı kültürü ile ilgili en ufak detay ve materyal dikkatini çekiyordu.  İlk zamanlardan bu yana gezdiği yerlerdeki ilişkilerden yararlanarak zeytinyağı sıkım sistemlerine ait hurdadan çıkan ne varsa toplamaya başladı. Ne olacak bunlar diye sorduğumda ise müze olacak diyordu.  Tabi bunlar yıllar içerisinde birikime dönüşüyor. Toplamak kadar muhafaza etmekte çok zor. 2007 yılında artık müzeyi yapacaksak yapalım dedim. Özellikle ağaç malzemeyi korumak ve muhafaza etmek çok zor.  Karar verdikten sonra önce senaryoyu kurduk. Sonra o senaryoya uygun mimari projesi çizildi. Ardından inşaata başlandı ve 2009 yılında müze açıldı.  Bu müze tamamen eşimin hayaliydi.  Belli bir iş kariyerine ulaştığınızda ya da işinizi büyütüp belli bir ekonomik boyuta geldiğinizde sizden toplum yararına bir şey yapmanız beklenir. Kimisi okul yaptırır, kimisi hastane kimisi de cami yapar. Biz de bir sosyal sorumluluk görevi olarak müze yapmak istedik. Bu yüzden müze zeytin kültürüne ve mirasına saygı amaçlı yapılmıştır.

Müzede 2500 yıllık bir zaman tüneli yarattık. Orijinali Urla’da bulunan Klozemenai’nin bir örneği dahil, yüzlerce Zeytinyağı üretim aracının büyük bölümü müzede sergileniyor. O da 2500 yılı İyonya dönemine ait. M.Ö 600. yıla tarihleniyor.  Oradan buraya gelince de 2500 yıllık tünele giriş yapıyoruz. M.Ö.600 yıldan başlayıp M.S. 20 yy. ‘ın başında bitiriyoruz.  Oleatrium’da 11 reyondan oluşan bir zaman tüneline giriyorsunuz. İlk olarak Arkaik Dönem dediğimiz Orijinali Urla/Klazomenai’da sergilenen işlik modelidir. Daha sonra ayak geçiş dönemi olarak tabir ettiğimiz Ayak Yağı Salonu - Her Daim Dönem/Kadim dönem,  Aydınlatma Bölümü ve daha sonra Roma Dönemi’ne geçip Roma Hamamı ve Sabun İmalatı Bölümü ile devam ediyoruz. Erken Bizans Dönemi’nden sonra çeşitli pres/mengenelerin sergilendiği toplu sunum bölümüne geçiyoruz.  Geç Bizans /Erken Osmanlı Dönemi’nden sonra bizleri Buhar ve Dizel Makinelerin yer aldığı Erken Sanayi Dönemi ve daha sonra geleneksel taş baskı sulu sistemlerinin yer aldığı elektrikli dönem karşılıyor. Zeytinin yetiştiği her coğrafyada üzümde yetişmiş. Zeytinden elde edilen zeytinyağı, üzümden elde edilen sirke, pekmez, üzüm kurusu ve şarabı binlerce yıldır insanlığın en temel besin kaynakları olmuştur. Bu yüzden biz de zaman tünelinin son baskı ve sıkım sistemleri aynı olan üzüme ayırdık. Sonuç olarak geleceğe miras olarak bıraktığımız böyle bir müze ortaya çıktı.

 

Burası için bir uygulamalı eğitim sahası diyebilir miyiz?

Müzemiz, her yaştan kitleye hitap eden bir müze. Pandemiden önce workshoplar düzenliyorduk. Müzeyi ziyaret eden ilkokul öğrencileri zeytini ezip sıkıyor ve zeytinyağı elde ediyordu. Aynı zaman da onların çizmiş oldukları resimlerden bir sergi oluşturuyorduk. 

Lise ve üniversite öğrencileri genelde günü birlik gruplar hâlinde ziyaret ediyordu. Ziyaretin sonunda onlarla bir araya gelip hikayemizi anlatıyorduk.  

Ama şimdi tarım akademisi çalışmamız var.   Bu tür uygulamalı geziler için insanların zamanının uygun olması gerekiyor. Beraberinde maddi bir harcama da gerektiriyor. Bu sebeple biz de online eğitimler planladık. Bu sayede eğitimler de süreklilik sağlanacağı için daha verimli olacaktır. Yine İzmir Büyükşehir Belediye’sinin düzenlediği bir okul kurgusu var.   Bu projelerin oldukça fayda sağlayacağını düşünüyorum.

 

Tarımda yaşanılan zorluklara değinecek olursak neler söylemek istersiniz? Bir kadın olarak tarıma yönelmek isteyen kadın girişimcilerine tavsiyeleriniz neler olur?

          Tarım, bizim ülkemizde erkek egemenli bir iş. Kadın çalışan var ama egemen güç erkeklerde görünüyor. Bu sadece üretim kısmında değil işin pazarlama kısmında da devam ediyordu. Ama son zamanlarda bu değişmeye başladı.  Bunun zorluğunu da yaşadım.  Bir kadın olarak sözünüzü dinletebilmeniz için çok ciddi sınavlardan geçiyorsunuz.  Yapılacak işten emin olmanız gerekiyor ki karşı tarafa sonucunu gösterebilesiniz.   Çünkü onların bildiği bir doğru var ve o doğrudan vazgeçmek istemiyorlar.  Tabi zamanla bu algı kırıldı. Kendi dirayetinizi ve bilginizi yapılanların sonucunda elde edilen artı değeri gördükçe size olan saygı artıyor.  Bu yüzden tarıma yönelecek olan kadın girişimcilerin yapacakları işi önceden planlaması çok önemli. Arazinin tarihini, coğrafyasını çok iyi tanıması gerekiyor. Geçmişin kadim bilgisinin, bilimin ışığında güncel bilgi ve verilerle harmanlaması gerekiyor.  Toplumumuzda tüketim alışkanlıkları her geçen gün değişiyor.  Bu sebeple yeni neslin tüketim alışkanlıklarını takip edip katma değerli ürün oluşturarak bir marka yaratması ve markanın üretecek olduğunuz ürünlerle birbirini yansıtması çok önemli.

Tarıma yönelen ve birçok kadın girişimci var. Herkesin kendi yazdığı bir hikâyesi ilham aldıkları isimler var? Sizin bu yolculuğunuz ilham aldığınız bir isim var mıydı?

Benim hikayemin ilham kaynağı öncelikle dedem ve anneannem. Dedem ülkesini terk edip kaçmak zorunda kaldığında 21 yaşındaymış. Önünde sadece iki seçenek varmış. Ya Amerika’ya gidecek ya da yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’ne gelecek. Dedem de Atatürk’e duyduğu hayranlık ile bu dahi liderin kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde yeni bir hayat kurabilirim düşüncesiyle Türkiye’ye yerleşmiş.  Dedemin başucunda Atatürk’ün fotoğrafı asılıydı. En zor ve en umutsuz olduğu zamanda hep ona bakardı. Bana da vasiyeti bu olmuştu. Başucunda Atatürk’ün resmi olacak ne vakit umutsuz olsan hep o fotoğrafa bakacaksın ve senin için çalışmaya devam edeceğim diyeceksin derdi.  O yüzden benim en temel ilham kaynağım Atatürk ve onun inkılaplarıdır. En zor koşullarda bile üretimden vazgeçmeyerek imkansız yoktur düşüncesiyle mücadeleye devam etmektir. 

Son olarak eklemek istedikleriniz var mıdır?

 Özellikle pandemi ve Ukrayna –Rusya Savaşı ile tarım ve gıdanın önemi bir kez daha anlaşıldı. En temel ihtiyacımız olan şey gıda.  Ancak yeni nesil çiftçiliğe ne yazık ki heves etmiyor ve değer vermiyor. Eski zamanlarda çiftçilik çok değerli bir meslekti.  Yeni neslin çiftçiliğin saygın bir iş olduğunu idrak etmesini üreticilere verilecek olan desteklerle çiftçiliğin kaybettiği değeri tekrar kazanmasını temenni ediyorum.  Böylece çiftçi, yeni nesile hem kadim bilgisini hem de toprağını bırakabilecek. Böylece yeni nesilde kendilerine bırakılan mirasa sahip çıkacaktır.

 

TÜRİB
TOBB
Rekabet Kurumu
Ticaret Bakanlığı
Tarım ve Orman Bakanlığı